UĞUR KARAKULLUKÇU RÖPORTAJ
- burakkavuncu
- 14 Oca 2019
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Oca 2019
Türkiye'de spor yazarlığı ve yorumculuğu denilince akla gelen ilk isimlerden olan Uğur Karakullukçu ile derinlemesine bir sohbet gerçekleştirdik. Mesleğe girişi, Özgür Buzbaş'dan gelen telefon, yayın hayatında yaşadığı komik ve zor anlar, en sevdikleri ve çok daha fazlası tam da bu röportajda. Keyifli okumalar dileriz...

Uğur bey, insanlar ekran önündeki kişileri sadece oradan ibaret sanıyorlar. Hayat hikayelerini ve geçmişlerini bilmiyorlar. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz ?
31 yaşındayım. Genelde yaşımı göstermediğim için bu adam nereden ekrana çıkıyor diyenler olabiliyor fakat 9 senelik bir medya kariyerim var. Makine mühendisliği okurken kendimi bir anda bu mesleğin içinde buldum diyebilirim. Eskiden beridir kompozisyona ve yazı yazmaya dair yeteneğim vardı ama özel yeteneğim daha çok matematiğe yönelik olduğu için kendimi hep sayısalcı olarak gördüm. Yazı işleriyle uğraşacağımı tahmin etmiyordum. Sonra Yıldız Teknik Üniversitesin de makine mühendisliği kazandım. İlgim matematik ama bölümüm tam olarak öyle değildi. Tabi bir de benim ezelden beri gelen şöyle bir şeyim var. Ben okuma yazmayı okuldan önce öğrendim. Haliyle bunun sonucunda okulda bir şeyler öğrenmeme gibi bir şey öğrendim ( Gülüyor). Orta okula kadar hemen hemen çoğu şeyi biliyordum. Lise ortamı ve üniversite ortamı tabi öyle değildi. Liseyi çok iyi bir okulda okudum. Vefa Lisesi mezunuyum ben. Dilimi geliştirme fırsatı buldum Vefa Lisesinde. Üniversiteye geçince bir rahatlık oluştu çünkü dersi derste dinleyerek yapan biri oldum ben her zaman. Bu rahatlık ortamında 1-2 sene sıyrılmak istedim daha sonra gelip okurum diye. Daha sonra böyle bir şey çıktı önüme. Bir forumda spor yöneticiliği yapıyordum. Orada da bir arkadaşım var ve premier lig üzerine devamlı yazışıyoruz. Ayrıca blog kültürünün yükseliş dönemi aynı zamanda. Aceto Balsemico gibi 8-10 tane blog siteleri var. Bende onlardan birinin yazarıydım. Başlangıç hikayem biraz enteresan. Arkadaşıma istersen sende yazabilirsin premier lig bloglarında dedim. Oda bana ben zaten Noat Samisa'yım dedi. Noat Samisa da o dönemin en ünlü premier lig bloğunun yazarıymış. Sonra Salih beni ikna etti. İşte bırak forumları gel sende blogda yaz diye. Euro2008 dönemi başladık yazmaya. Bir şeyler yazıyorum ve okunuyor. Daha fazla şey yazıyorum daha fazla okunuyor. Hayatta bir maddi tatmin vardır bir de manevi tatmin. Manevi olarak da belki de kariyerimin en çok tatmin olduğum dönemleridir o dönem. Blogda düzenli yazarak ilk adımı atmış oldum aslında. Hani ben sayısalcıyım, benim işim bu kafasından orada sıyrılma şansım oldu. Blog kültürü belli bir noktaya geldi ve ben de çok okunan blogçulardan biri olmuştum o zamanlar. NTV Spor'da o dönem Fuat Akdağ bloglar üzerine bir program yapalım demiş. Sene de 2009 bu arada. Bir gün beni biri aradı. Baktım arayanın ismi yazmıyor. Açtım telefonu. Ben Özgür Buzbaş dedi. Kendisi biliyorsun şu an Tvibu Spor'un müdürü. Merhaba dedim. Fuat Akdağ sizi yanımıza davet ediyor dedi. Neyse gittik. Fuat Akdağ'ın odasına ben, Eray Sözen ve Atahan Altınordu girdik. Ben burdayım zaten. Eray şu an Galatasaray A Takım Medya Sorumlusu. Atahan da Socrates derginin yazarlarından biri. Neyse beraber oturduk. Fuat ağabey bizi bildiğin gazladı. Bu fiili bilerek kullanıyorum. İşte bu medyanın düzeni çürümüş. Sizler çok iyi yerlere geleceksiniz ve medyanın geleceği sizler olacaksınız dedi Fuat Akdağ bize. Yani ben odaya mühendis adayı girdim gazeteci adayı olarak çıktım. Sonra orada yayın yapmak için anlaştık. Blog konsepti, taraftar konsepti olarak değişti. Bu değişimi de anlıyorum. Kurum içi bir karardı. 20 yaşındaki bir genci yazar diye çıkartmak kolay bir karar değildi. Anlaşılabilir bir durumdu. Biz de taraftar olarak çıktık. Değerlendirmelerimizi yaptık. Tabi farkında olduğun gibi biraz da gevezeyim. Öyle olduğum için aralarından sıyrılma şansım oldu. İlgi çekti program. Bende herhalde bu işi yapabilirim dedim...

Uğur bey, canlı yayında edebileceğiniz tek bir hatalı kelime bile sizi zor durumlara sokabiliyor. Bunun için daha önceden bir hazırlığınız oluyor mu ? İkincisi ise daha önce başınızdan bu tarz kötü bir durum geçti mi ?
Kötü demeyeyim ama ilginç bir durum geldi. NTV Spor'da o dönem Lincoln tartışmalarıyla ilgili bir şeyler anlatılıyor. Ben de civcivli zamanları dedim Lincoln için. Tabi yanımda 9 kişi var hepsi gülme krizine girdi. Öyle olunca da kamerayı bana sabitlediler. O an konuşmak zorundayım haliyle. Karşımda da Bağış Erten ve Banu Yelkovan var. Yanımda da kıs kıs gülen insanlar var. Benim gülmemem lazım. 1 buçuk dakika boyunca orada ne söyledim hatırlamıyorum. Yayında bu tarz beklenmedik durumlar olabiliyor. Onun dışında ben zaten hazırlık yapan biri değilim. Zaten mizacımdan gelen ben zaten çok konuşkan biri olduğum için eğer hazırlık yaparsam daha da fazla konuşurum diye hazırlık yapmıyorum. Bir gün Ali Ece aradı beni. Benfica-Sporting maçını yorumlamıştım. Performansın çok iyidi ama belli ki çok çalışmışsın dedi. Halbuki ben hiç çalışmamıştım. Bu iyi bir şey mi bilmiyorum ama işte bazıları olumsuz bakanlar olabiliyor. Sen çok konuşuyorsun karşındakine izin vermiyorsun diyenler olabilir ama benim öyle bir niyetim kesinlikle yok sadece içimden geldiği gibi davranmaya çalışıyorum. Açıkçası bunu da pek değiştirmek istemiyorum çünkü herkesin kendine göre yoğurt yiyiş şekli vardır. Kendimi de iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. O yüzden pek hazırlık yapmam fakat özel bir maç anlatımıysa mutlaka kadrolara bir göz gezdiririm. Onun dışında eğer gündemi yorumluyorsam herhangi bir ön çalışmam olmaz çünkü zaten her zaman gündemin içindeyiz ve rahatlıkla yorumlayabiliyorum...
Türk sporuna can veren bir kanal vardı '' NTV Spor''. Sizinde zamanında ''Yenilsen de Yensen de'' programında çıktığınız bir yer. Bu kanal şu an kapandı. Bu olay Türk sporu adına nasıl bir gelişme oldu ?

Türk sporu adına, Türk spor medyası adına berbat bir gelişme oldu. Kötü hafif kalır diye düşünüyorum. Birincisi, insanlar şey zannedebilir mesela A Spor'da çalışıyorsun,Ntv Spor kapandı, işte bak tek kaldınız burada diyebilir. Daha çok izleneceksiniz diyenler olabilir. Ben kesinlikle böyle düşünmüyorum. Özellikle orta ve uzun vadede sektör için çok büyük bir darbe. Belki eleştirebileceğimiz yanları da vardı son dönemde ama iyi bir yayıncılık politikası olan, sevdiğimiz insanları hayatımıza kazandıran özel bir platformdu. Doğrudan o ekranlarda yer almasam da o konsept sayesinde o ekranlarda da yer alan biri olarak bireysel olarak da üzücü, profesyonel olarak da üzücü bir durum. Sonuçta nerede iş yaparsak yapalım, ne kadar çeşitlilik varsa ne kadar rekabet olursa birbirimizi o kadar ileri taşırız. Bu biraz şeye benziyor. Glasgow Rangers'ın küme düşmesine benziyor. Tamam sen celtic takımısın ama ister istemez seni de aşağı çekiyor bu. Ligde sürekli şampiyon oluyor olabilirsin ama avrupa maçlarında ön elemede eleniyorsun. Eskisi kadar hatırı sayılır bir takım değil artık. Biraz buna benziyor. Glasgow'un küme düşmesine sevinmeyen bir Celtic'liyim...
Ntv Spor'un kapanmasıyla birlikte televizyonda 3-4 tane spor kanalının kaldığından bahsedebiliriz. Tabi sektördeki kişiler tarafından haliyle farklı arayışlar başladı. Bu aralar Youtube çok popüler bir alan haline geldi. Mehmet Demirkol ve Irmak Kazuk gibi isimleri burada görüyoruz artık. Sanki bir eğilim var buraya. İlerisi için konuşursak Youtube bu iş için bir mecra haline gelebilir mi ?
Youtube yaş ortalaması 22'nin altında. Zaten 16 yaş altındaki kardeşlerimizin televizyon ile hiç alakası yok artık. Fakat bu kitleni de aynı zamanda futbol ile de pek alakası yok. Yani içeriği Youtube'den alıyorlar ama direkt olarak futbol değil konu. Haliyle bu olay izlenilirlik açısından sıkıntı yaratabilir. Ben ilk olarak 2012'de Kerem Akbaş ile birlikte Foodcast adı altında bir şeyler yapmıştık ama oldukça amatörce bir çalışmaydı. Tek bir kamera ve Kerem'in editörlüğü ile iş ilerliyordu. Aklımda her zaman vardı youtube için fikirler. Fakat ülkemizde Youtuber denildiğinde akla hemen yaşı küçük, bir şey bilmeden ekrana çıkanlar geldiği için ben denemedim. Çünkü ben girsem Youtuber çocuk olarak mimlenecektim fakat mesleki büyüklerimizden Mehmet Demirkol bu işe girince bakın burada da iş yürüyebiliyor denildi. Ardından Socrates ekibi ile ben de bazı videolar çektik ve attık. Ardından başka başka önemli kişiler ve bugün aldığı hal ortada. Medyadaki bir çok kişi ilgi gösteriyor. Benzer şey twitter için de geçerli. 2009 yılında ben twitter kullanıyordum fakat inanılmaz derecede sık değildi sadece bazen yazı yazıp çıkıyordum ama bugün aldığı hale bakarsak bunda en önemli etken halk üzerinde önemli etkiye sahip kişilerin katılımı ile gerçekleşti diyebilirim. Ayrıca Ciddiyetten Uzak projesinin de çok başarılı olduğunu düşünüyorum...
Ülkemizde yıllardan beri süregelen bir tartışma var. Spor yorumcuları, spor gazetecileri eski futbolculardan gelmeli diye. Tabi birde sizin gibi blog kültüründen gelenler var. Sizce bu tartışma doğru mu ?
Bu tartışma bence doğru değil çünkü şöyle bir gerçek var. Saha içinde elde edilen deneyimi bizim yaşama şansımız yok. Mesela, Nihat Kahveci yorumculuk yapıyor. Adam Real Madrid'e attığı frikikten ve o meşhur barajdan bahsedebilir. Ya da Arda Turan ilerde yorumcu olursa Andreas İniesta ile girdiği bir muhabbeti anlatabilir. Bunlar tabi ki eşsiz deneyimler ama bu işin özü sahada elde ettiğin deneyimler değil,bunu ifade edebilme şekli. Bunu insanlara anlatabiliyor musun ya da insanlara empati duyabilecekleri şekilde açıklayabiliyor musun ? Ya da izleyicilerle ne kadar ve nasıl temasın var ? Ben gazetecilik yapıyorum ama izleyicide gelme yorumcuyum. İzleyicinin ne beklediğini iyi bildiğim için bir kalite algım var ve ona göre hareket ediyorum. Bunun da karşılığını gördüğünü düşünüyorum. Yani eski futbolcu olmak iyi bir yorumcu olmak anlamına gelmiyor. Kendini ifade edebilecek kadar bilgi birikimin, kültürün ve konuşma stilinin televizyona uygun olması gerekiyor. Kişiliğin ve mizacın da önemi var. Yeri geldiğinde takım arkadaşlarını idare edebilmen gerekir. Bu tarz meziyetleri olanlar zaten rahatlıkla ön plana çıkabiliyor. Mesela ben Rıdvan Dilmen'in çok iyi bir yorumcu olduğunu düşünüyorum. Saha içi analizlerini insanların anlayabileceği bir dilde rahatlıkla anlatabiliyor. Bu çok önemli bir meziyet. Görüşünü beğenirsiniz veya beğenmezsiniz o farklı bir şey ama yorumculuk biçimi olarak çok doğru buluyorum Rıdvan ağabey'in yorumculuğunu. Diğer taraftan şimdi olumsuz örneğini vermeyeceğim ama tamam oynamışsın ama yani ne yapalım. Ben senden daha iyi biliyorsam yani bazen birlikte çıkıyoruz programa adamın aklına bile gelmiyor anlatılması gereken olay. Ben uyarmasam anlatılmayacak o olay. Böyle durumlarda yaşamadım değil ama işte bu da mesleğin özüyle alakalı. İnsanlara bazı şeyleri aktarabilme biçimidir. Hem bunu yapıp hem de eski futbolcu olanlar zaten ön plana çıkarlar. Bu doğal bir şey. Bunu yapamayıp da işte eski futbolcular çıksın demek olmaz. Burası eski futbolcular kahvesi değil. Burada insanlara empati kurdurabilmek mesele, farklı bakış açıları kazandırma mesele. Bir örnek vereceğim. Beşiktaş-Leipzig maçı. Beşiktaş, Leipzig'i yendi içeride. Maçtan sonra çıkıp da bizim Oğuzhan Özyakup, Naby Keita'dan daha iyi demeyeceksin. Naby Keita'yı bileceksin. Bilmiyorsan onun hakkında konuşmayacaksın. Medya genelinde de böyle, hayatında ilk kez gördüğü adamın yorumunu yapıyor. Bu da bir bilgi birikimi gerektiren bir durum. O zaman da yaya kalırsın. Prestijini kaybedersin. Sonuç olarak bence de futbolculuktan gelenler farklı konumdalar ama önemli olan futbolu takip ettiğini,bildiğini gösterebilmek. Mesela Fransa'da Marcel Desailly var. Adam hem futbolcu hem de master da yapmış. Bunun yapabileceği başka bir şey ama bizim ülkede okul hayatı olmadığı için yani belirli bir noktadan sonra futbolu tercih etmek zorunda olduklarından -ki ben bunu kesinlikle ayıplamıyorum- yapabilenler elbette ki extra işler yapıyorlar ama rutinin dışına çıkmak zorundalar. Mesela Umut Nayir var. Adam hem top oynuyor hem hukuk okuyor. Ben bu adama saygı duymayayım da ne yapayım ? Umut Nayir'in kendisini ifade etmesiyle başkasının ki bir olmaz tabi ki. Enes Ünal var mesela. 15 sene sonra muhteşem bir yorumcu olabilir. Yani bence yorumculuk biraz kendini ifade edebilme kapasitenle alakalı . Bunu yapabilen var yapamayan var. Benim ayrımım bu şekilde...
Özellikle sosyal medyada farklı bir yaşam tarzı var aslında. Söylemediğiniz şeyleri söylemişsiniz gibi gösteriyorlar. Bunları gördüğünüzde tepkiniz nasıl oluyor ?
Bazen gülüyorum. Mesela, Julian Nagelsman Galatasaray'a geliyor diye yazmış adam Youtube'de. Ben o yayın da Nagelsmann'ın neden gelmeyeceğini anlatıyorum. Videoya almış 10 dakika. Başlığa bunu yazmış. Belli ki tık almaya çalışıyor. Clickbait diyoruz biz buna. Altına bir bakıyorsun videonun. 20 tane yorum gelmiş, hepsinde olumsuz yazılar ve hakaretler var. Böyle şeylerde var. Bu manipülasyonun önüne geçmenin mümkünü yok. Bunu ben capsini alıp kendi twitter sayfamdan paylaştım. Bunu görünce arkadaş mail attı. Ağabey istiyorsan sileyim kusura bakma diye. Ne yapayım, ne yaparsan yap dedim yani. ( Gülüyor). Bir konu anlatıyorsun 3 dakika boyunca televizyonda. Adam 2 cümle almış koymuş. O zaman tam tersi bir anlam çıkabiliyor. Ben bunun üzerinden eleştiri kabul etmem. Tabi ki eleştiri çok değerli bir şey ve ben okuyorum da bunları. Twitterdan gelen mentionları okuyorum, adıma yazılan şeyleri okuyorum, sözlükleri okuyorum. Ben geri dönüşe kıymet veren biriyim ama sosyal medyanın doğal akışına yapacak bir şeyim yok...
Gece yayın yaptınız ve 3-5 saat sonra tekrarına denk geldiniz ya da youtube'de programınızı izliyorsunuz. Kendinizi eleştirdiğiniz ya da beğendiniz yönler oluyor mu ?
İkisi de oluyor. Mesela biraz önce anlattığım gibi Benfica-Sporting maçını anlattığımızda kendimi dinledim tekrarında. Aşırı konuştuğumu fark ettim (Gülüyor). Maç yorumcularının çok konuşması pek makbul değildi. Gerçi o biraz zorunluluktan olmuştu çünkü arkadaşımda pek anlatamamıştı yayın bozuk olduğundan. Mecbur beni topa soktu. İçeride yaşanılan bir durum var ama bu kimseyi ilgilendirmez çünkü ekranda nasıl görüldüğü önemlidir. Ben çok konuştuğumu fark ettim ve daha sonraki maçlarda dikkat ettim buna...
Birazda Uğur Karakullukçu'nun özeline girelim istiyorum. En sevdiğiniz müzikleri söylemenizi istesem ilk 3 nedir ?
Açıkçası Heavy Metal bir geçmişten geldiğim için Metallica severim. Metallica eleştirmek bir modadır ama Metallica bir klasiktir. Özellikle eski albümleri çok iyidir. Iron Maiden'i severim. Son olarak da Beatles diyebilirim çünkü yaş ilerledikçe insan sert müziklerden daha normal müziklere geçiş yapıyor. Rock ağırlıklı bir listem var diyebilirim...
En sevdiğiniz 3 film ?
Star Wars serisini kesinlikle söyleyebilirim. Benim evimde 1 metro 30 santim Darth Vader var öyle söyleyeyim. Oldboy özel bir film bence. Bir filmin ne kadar vurucu olabildiğini göstermek açısından Oldboy'u farklı bir yere koyarım. Bir de Quentin Tarantino hayranıyım. Pulp Fiction diyeceğim...
Dünyada en sevdiğiniz takımlar ?

Sociedad. Nihatlı dönemden sempatim var zaten ayrıca gittim, gördüm. Oldukça butik bir statları var, insanların takımlarına yaklaşımı çok güzel. Büyük bir takım değiller ama futbola yaklaşımlarını seviyorum. Köklü Avrupa takımları arasından sempati beslediğim Milan diyebilirim. Son olarak Liverpool. Fakat Liverpool taraftarlarının genelinin aksine Ferguson dönemi Manchester United'ı da çok severim.
Meslektaşlarınızdan 3 kişiyi tek kelime ile anlatmanızı istesem.
1) Mehmet Demirkol : ''Hayranıyım.'' Kendini ifade ediş biçimi açısından Türkiye'nin en iyi isimlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Kendi alanında kesinlikle 1 numara bence.

2) Merve Toy : Merve ile ilgili şu an şu cevabıma göre hayatımın geri kalanı etkilenebilir.
(Gülüyor.) Kalite diyebilirim. Benim çalıştığım en iyi moderatörlerden biri olabilir.
3) Metin Tekin : ''Dünyanın en iyi insanı.'' Tek kelime olmadı ama öyle.
Son sorum. Eğer bugün gazeteci olmasaydınız hangi mesleği yapardınız ?
Çok güzel bir soru. Mühendislik yapar mıydım bilmiyorum ama herhalde bilgisayar işiyle uğraşırdım diye düşünüyorum. Daha orta okul yıllarımda kendi bilgisayarımı kendim yapmıştım. Kendim toplamıştım. Hatta galiba Gebze'den birine de satmıştım. Babam o dönem çok şaşırmıştı. Oyunları çok severim. Biliyorsun ki oyun sektörü bu zamanlarda çok gelişiyor. Bizim zamanımızda çok da böyle değildi. En nihayetinde bilgisayar işi ile uğraşırdım. Belki IT departmanında çalışırdım...
Comments