top of page

DOĞAN HIZLAN RÖPORTAJI

  • burakkavuncu
  • 16 Oca 2019
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 Oca 2019

Hürriyet Gazetesi'nin değerli yazarlarından Doğan Hızlan ile hayatı, Türk ve dünya edebiyatı ile teknolojik gelişmelerin hayatımıza olan etkisi üzerine hoş bir sohbet ettik. Doğan Hızlan ile bilinmeyen bir yolculuğa çıkmaya hazırsanız işte bu röportaj tamda sizin için. Keyifli okumalar...



ree


Üniversite'de hukuk bölümünü bitirdiniz fakat bugün edebiyatçı ve gazeteci kimliğinizle karşımızdasınız. Sizi gazeteye,dergiye veya kültür-sanata çeken şey neydi ?


Ben küçüklüğümden beri sakin ve kapalı bir hayat yaşadım. Bir evin tek çocuğu olduğum için küçük yaştan beri kitaplar, plaklar ve okumalar ile geçirdim. Öyle sokakta top koşturan biri olmadı hiç. Yazarlığı da şöyle düşündüm. İnsan güzel şeyler yazıyor,güzel şeyler yapıyor ve bunu paylaşmalı diye düşündüm. O da bir şeyi çoğaltmanın zevkini getirdi beraberinde. Biz 1950 kuşağı olarak çok iyi yazarlar, öykücüler ve şairlere sahiptik. Onların içinden bunların hiç birini yapmayan eleştirmen bendim. Bir nevi kuşağın temsilcisi gibi oldum. Zaten onlarda ilk kitaplarını 1960'lar da yayımladı. 50 yıl sonra onların yıl dönümünde anlaşma yapmışlar ve benden bir ön söz istediler. 8 tane yazarın kitabının başına ön sözü ben yazdım. Yazımın başlığı ''Solistlerden oluşan bir koro''. Böyle bir tutkuya kendinizi kaptırdığınız zaman başka hiç bir şey ilgilendirmiyor o saatten sonra. Spor yapmıyordum, dışarıda oyun oynamıyordum aksine evin bahçesinde toplantılar yapardım, müsamereler verirdik, şiirler okur ve konserler verirdik. Yani arkadaşları alıyım futbol oynayayım gibi şeylerim hiç olmadı. Yani bir akvaryum hayatı yaşadım ben. Akvaryum hayatı yaşayan insan ne yapar ? müzikle ve edebiyatla kendini tatmin edebilir. Sonra da profesyonel hayat başladı...



ree
Doğan Hızlan ile Hürriyet Gazetesinde röportaj gerçekleştirdik.

Daha önceki söyleşilerinizden birinde ''Hayatım roman değil, kütüphane. '' tabirini kullanmıştınız. 60 yıldır yazıyorsunuz. Peki yazmak sizin için bir zevk miydi yoksa alışkanlık mıydı ?


Şimdi zevk ve alışkanlık çoğu zaman örtüşür. Çehov'un güzel bir sözü var. Bir yazı yazacaksanız, yazın. Yazacak hiç bir şeyiniz yoksa bile yazacak hiç bir şeyim yok o yüzden bunları anlatıyorum diye yazın. Şöyle bir şey oluyor. Önce bir zevkle başlıyorsunuz ama daha sonra hayatınızı belirleyen bir alışkanlık oluyor. Nurullah Ataç de diyor ? '' 24 saat edebiyat düşünürüm.'' Yani zevk ve alışkanlık sarmal oluyor bir yerde...


Bugünün kültür ortamından bahsedersek, kimileri ''çölleşme'' tabirini kullanıyor. Kimileri ise nitelik sorunundan bahsediyor. Sizce bugün özellikle gençlerimizin sanata, edebiyata ve şiire karşı bakış açıları ne durumda ?


Şimdi her zaman dünyanın ve ülkelerin koşullarını göz önüne almak lazım. Yani mesela işte diyorlar ki kitap okunuyor mu okunmuyor mu diyorlar. Bakın insanı baştan çıkartan, gönlünü çelen bazı şeyler vardır. Benim gençliğimde bir film gelir ama film ödül kazanmış mı kazanmamış mı hiç bilmezdik. Şimdi ödül kazanan film buraya geliyor. Bir kere İnternet denilen baştan çıkarıcı bir şey var. Bunların toplamında ne yapılıyor ? İnsanlar biraz vaktini boşa harcıyor. Çok kimse başını telefondan kaldıramıyor. Hatta bazen dalga geçiyorum. Diyorum ki 3.dünya savaşı mı çıktı ? diyorum. Benim sosyal medya hesabım yok mesela. İnsanların garip bir duygusu vardır. Var olma ve tanınma duygusu herkesin içinde vardır. İşin içine ''tık'' girdi. 300 tık, 500 tık, 600 tık ama geriye ne kalıyor ? Bu tarz bir şeyler olunca yüzeysel kitaplara ilgi daha çok artıyor ve seçicilik kayboluyor. Son zamanlara bakıyorum klasikler okunuyor ve yeniden ön sözlerle yayımlanıyor. Burada televizyon ne yapıyor diye düşüneceksiniz. Televizyon iyi kullanıldığında kültürel bir birikime yardımcı oluyor fakat maalesef ki Türkiye'de yardımcı olmuyor çünkü Avrupa'da bakıyorsunuz Picasso'nun dizileri var. Yazarların dizileri var. Onları izliyorsunuz. Burada ise hepsi birbirine benzer diziler. Mutlaka bir mafya var. Ayrıca, güncelin edebiyatının iyi edebi eserleri de var. Mesela gökdelenleri eleştiriyoruz hep. Tahsin Yücel'in ''Gökdelenler'' diye nefis bir kitabı var. Edebiyatında iyisini takip etmek lazım. Yoksa bloggerlar ile genç kuşaklar geliyor gidiyor. Benim zamanımda beyaz romanlar vardı. Beyaz diziler aşk romanlarıydı. İşte Kerime Nadir gibi. Artık okunmuyor çünkü hayat artık hızlandı. Kimse sevgilisinin elinden tutmak için 15 gün beklemiyor. Bu da bir ritmi hayatın.



ree

Geçmiş dönem Türkiye'si ile bu dönem Türkiye'sini karşılaştırırsak insanların edebiyata bakış açılarında çok büyük farklılık var. Bunu neye bağlıyorsunuz ? Şairlerde mi bir azalma var yoksa bir nitelik sorunundan bahsedebilir miyiz ?


Nitelik sorunu her zaman vardı. Bugün çok şair var ama onların içinden iyi şair kaç derseniz çok az sayıda çıkar. Aziz Nesin'in güzel bir sözü vardır. Nesin derki '' Bizde 3 kişiden 4'ü şairdir.'' Şiir kolay yazılıyor. Bize de şiir kitapları getirirler. İşte bilgi isterler derleme isterler ve kimleri okudunuz dediğimizde bildiklerim, duyduklarım ve hislerim değişmesin diye kimseyi okumadım derler. Öyle bir şey olmaz çünkü edebiyat bir zincirdir. Dediğim gibi yüzeysellik sardı her tarafımızı ama bu Türkiye'nin sorunu değil.Bu dünyanın sorunu. Eskiden önemli operalar geldiğinde salonlar tıklım tıklımdı. Şimdilerde az bilinen operaların galasına gittiğinizde salonda 150 kişi varmış. Onun için şimdi festivaller ve tanıtımlar yapılıyor. İnsanoğlu çok gariptir bildiğinin tekrarını ister. Yeni bir şey öğrenmeye kapalıdır. Bu Türkiye'de çok var. Bir şey anlatıyorsunuz hiç dinlemiyor, ilgilenmiyor. Bildiğini anlatıyorsunuz memnun oluyor...


Eskiden plaklar vardı. Şimdilerde ise Spotify var ve insanlar artık müziğe çok daha kolay erişim sağlıyorlar. İnsanlar eskiden bilgiyi satır aralarından karıştırarak alırlardı fakat bugün İnternet ortamında bir tık ile alabiliyor. İnternet faydalı oldu mu gerçekten bize yoksa biz onu kötü mü kullanıyoruz ?


İnsanların artık yaşamı hızlı. Mesleki yatırımları ve çalışmaları var. Sinemalar ve tiyatrolar var. Tiyatro şu an yükselen bir değer. Seyircisi de var. Eski dönemlere gidersek yani sadece kralların toplantılarında veya davetlerinde müzik çalınırdı. Prens Esterhazy'e yakın olacaksınız ki ancak o zaman Haydn'ı dinleyebilirsiniz. Teknolojinin gelişmesi bunu yaygınlaştırdı. O açıdan seviniyorum. Tabi cd sahibiyim ben aynı zamanda. Long play'lerim var benim. Spotify'ın şöyle bir şeyi var. Geçenlerde bilgisayarın başında yazı yazıyorum. Yoruldum bıraktım. Aklıma Mozart'ın Don Giovanni'si geldi. Bende gerek cd'si gerek long play'i hepsi var. Long Play'i alsaydım onu bir ritüeli vardı. Kadife ile sileceğim, sonra onu anti-static fırça ile okşayacağım sonra iğneye gelecek sıra iğnenin tabancasıyla bir şey alacağım ve at kılıyla onu saracağım. Bunun yapımı 1 saat. Üşendim. Spotify'dan açarım dedim. Gülmeye başladım. İnsanoğlu rahata çabuk alışıyor. Çünkü böyle bir çağda yaşıyoruz.


Son sorum olacak. Papyonunuzun sizin için ne önem arz ettiğini öğrenebilir miyiz ?


Mesela ben maden saat de kullanmam. Cep saati kullanıyorum. Papyon konusuna gelirsek, kravat her şeye müdahale eder. Papyonun rahatlığı siz görmezsiniz ama başkaları görür. Hiç de size müdahale etmez. Küçücük bir şey. Eskiden çok daha fazla kullanılırdı. Şimdiler de çok kullanılmıyor. Ayrıca bir şey söyleyeyim mi ? Kravat bile az kullanılıyor şimdilerde. Herkes rahat rahat geliyor. Batı da daima ödül törenlerin de olsun Oscar'da mesela herkes simokinler ile geliyor. Her şeyin de bir ritüeli var. Şimdi ise adam yaka bağır açık sanki arkadaş meyhanesindeymiş gibi rahat rahat ödülü alıyor. Bunu ben serbbestlik, demokrasi veya burjuvazi diye kabul etmiyorum. Saygısızlık addediyorum. Son olarak papyonu çok seviyorum...

 
 
 

Comentarios


Mail listemize katılın

Tüm gelişmelerden haberdar olun

bottom of page