top of page

12 EYLÜL-12 MART KASIRGASI

  • burakkavuncu
  • 11 Oca 2019
  • 4 dakikada okunur

Türk demokrasisi 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı atlatıp yeniden yola koyulmuştu ancak fırtına dinmemiş karşılıklı hesaplaşmalar bitmemişti. Tam aksine ülkede yeni cepheler açılmış, oluk gibi kan akmaya başlamıştı. Sonunda 12 Eylül günü yine kapı çalındı. O gün gelenler her şeyi ama her şeyi değiştirdiler. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, eskisi gibi yaşanmayacaktı…

ree

Türk demokrasisi 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı atlatıp yeniden yola koyulmuştu ancak fırtına dinmemiş karşılıklı hesaplaşmalar bitmemişti. Tam aksine ülkede yeni cepheler açılmış, oluk gibi kan akmaya başlamıştı. Sonunda 12 Eylül günü yine kapı çalındı. O gün gelenler her şeyi ama her şeyi değiştirdiler. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, eskisi gibi yaşanmayacaktı… Belgeselin temel olarak şekillendiği, boyut kazandığı ve az bilinen detayları gözler önüne serdiği olaylar bu cümleden hareketle ilerliyordu. 27 Mayıs 1960 Türkiye tarihinde gerçekleşmiş ilk darbe olma özelliğini taşırken, 12 Mart 1971 tarihi ise Askeri Muhtıra diye hatırlarımızda yer almaktadır.Günler, yıllar geçiyor.Siyasi olaylar, ekonomik yetersizlikler şaha kalkmışken bir de yanına partilerin birbirine kutup olması, hemen hemen hiçbir olayda yan yana gelememesi hatta bir dönem ortak bir Cumhurbaşkanı bile belirliyemez hale gelişleri ülkenin içinde bulunduğu durumu acınası bir şekilde ortaya koyuyordu.


12 Mart rejimi bir kasırga gibiydi..Bu kasırga sol görüşü ezdi geçti diye tabir ediyor Sayın Birand.Aslında bakılırsa belgeselden de anlaşılacağı üzere sol görüşe sahip insanlara yapılan eziyetler,çektirilen işgenceler ile insanlar üzerinde bıkkınlık hali yaratılmak isteniyordu.Faturalar, milli demokratik devrim görüşünde olanlara ağır bir şekilde çıkarken insanlar git gide ayrışıyorlardı.12 Mart muhtırası sol’a büyük bir darbe indirmişti.Olaylar burada da son bulmuyordu.9 Şubat 1973’de yapılan askeri şura toplantısının bir diğer önemi de ordu’nun Cumhurbaşkanı seçimde etkin rol oynamak istemesinin başlıca kanıtıydı.Ordu’nun kendisine böyle bir misyon yüklemesi aslında bakarsak partilerin işlerini hiç de iyi yapmadığının bir diğer kanıtıydı. Ordu tarafından desteklenmiş Faruk Gürler’in diğer parti adayları karşısında yeterli çoğunluğu alamaması ve seçimi kaybetmesi bence siyasetçilerin 12 Mart’ın intikamını aldığını gösteriyordu.


Koalisyon dönemi diye adlandırdığımız hiçbir partinin tek başına iktidar olamadığı ve zorunluluktan bir diğer partiyle birliktelik yapma projeleri aslında bakarsak ne kadarda boş bir hamleydi.Bir taraf a tarafındaysa diğer taraf z tarafındaydı.Birbirine zıt görüşlerden ortak bir payda da karar verme bekleniyordu hem de siyaset gibi zor bir arenada.Tam bir saçmalık.Olmayacağı baştan beri belli olmasına rağmen denemeler yapıldı.Ama etkilenen ülke oldu.İnsanlar sağcı/ solcu diye bölünmüşlerdi.Siyasi belirsizlik beraberinde ekonomik krizi getirirken insanlar işsiz kaldı.İşsizlik açlığı, polisiye olayları tetikledi.Benzin, tüp, ekmek, yemek gibi temel ihtiyaçları karşılayacak ürünlerin eksikliği insanları bitmek tükenmek bilmeyen sıralara mahkum etmişti.Zamlar almış başını giderken, köyden şehre göç hızlıca ilerliyordu. Toplumun içinde bulunduğu siyasi,ekonomik ve sosyal durumlar film ve müzik endüstrisini de derinden etkilemişe benziyordu. Toplum artık bir dönem Ferdi Tayfur’dan dinlediğimiz ‘’Batsın Bu Dünya’’ şarkısını kendi iç sesi olarak yansıtıyordu. ‘’Güneş Ne Zaman Doğacak’’film ise ülkücülerin gözdesi bir film olarak karşımıza çıkıyordu. Sonuç olarak bu dönem işleri düzelteceği fikri yerine (ki ben hiç katılmıyorum) daha da çekilmez bir hale getirmişti.Üniversiteler eğitim alanı olmaktan çıkıp sağ ve sol görüşlerin savaş alanıydı.Ortak hedefi Türkiye’yi kuratmak olan bu zıt görüşler Devrimciler ve Ülkücüler diye ayrılmıştı.Tabi bazı işler sadece göründüğü gibi olmaz.İçinde gizli farklı olayları da barındırır.Örneklendirmem gerekirse, Kanlı 1 Mayıs diye bildiğimiz 1977 Mayıs’ının perde arkasında neler döndüğü tam bir soru işaretiydi.1 Mayıs’dan 1 gün önce Taksim’deki Intercontinental Oteline sonradan anlaşılacağı üzere silahlı gizli Amerikan ve Sovyet ajanlarının konması acaba tesadüf müydü yoksa doş mihrakların ülke içindeki parmak oyunları mı ? Bazen her şey göründüğü gibi değildir tıpkı bu olayda olduğu gibi…


Bir diğer taraftan siyaset arenasının ne kadar kaygan olduğu ve siyasilerin akıl oyunları buzulunun üstünde bir o yana bir bu yana yön değiştirmesinin en iyi örneği ise 2.milliyetçi cepheyi engellemek isteyen Sayın Bülent Ecevit’in ‘’Güneş Motel’’ operasyonuyla hükümet olabilmek için 226 vekil sayısını yakalamak adına AP’nin içinden 13 vekile teklif göndermesi ve onlarında bunu kabul etmesi gösterilebilir.Siyaset öyle büyük bir denizdir ki sadece yüzmeyi bilen siyasetçiler yaşar…

Ülkedeki siyasi olaylar gün geçtikçe artıyordu.Kahramanmaraş olayları, dini istismarın bir ibret belgesi oldu.12 Eylül’e gidişte bir utanç sayfası olarak tarihte yerini aldı.Benim fikrimce, gerçek suçlular ne o yargılanan 1000 kişi ne de cezalandırılan 500 kişi idi.Asıl suçlular tıpkı Kanlı 1 Mayıs’da ki gibi sayfanın görünmeyen tarafındakilerdi.Ülkedeki karşıt görüşleri karşı karşıya getirmek suretiyle,ortaya nifak toğumları atılıyor, din istismar ediliyor ve toplum birbirine düşürülüyordu.Birde bunun yanına ekonomik yetersizlikler ve kriz gelince insanların artık ne hayat düzeni ne hukuka inancı ne de sağlam bir psikolojisi kalıyordu.Bunun da en önemli örneği Abdi İpekçi’nin tetikçisi ve Papa II. Jean Paul'e suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca’nın yakalandıktan sonra ‘’Ben mesihim.Dünyanın sonu geldi.Tanrı değilim.’’ Gibi akla mantığa sığmayacak düzeysizlikte sığ bir açıklama yapması aslında bakılırsa toplumun içten içe nasıl etkilendiğinin ve hangi gizli ellerin kimleri nasıl kullandığının en güzel örneğidir.Gizli eller derken kimin parmağı vardı bu işlerde diye düşününler için kendi fikrim amerika’nın olduğu yönünde.Hatta şunu başka bir örnekle de açıklayabilirim.Sovyetlerin, Afganistanı işgal etmesi ve amerika’nın sadık müttefiki İran’da Şah rejimi devrilince, sürgündeki dini lider Ayetullah Hamaney’in İslam devrimini gerçekleştirmek amacıyla geri dönmesi aslında amerika’yı Türkiye’nin geleceği konusunda en dişe kaplamasına neden olmuştu diyebilirim.Nitekim 1980 Darbesi sonrası, dönemin CIA Başkanı Stansfield Turner yaptığı açıklama da ‘’Herhangi bir ülkenin lideri, iyi biri olmayabilir, önemli olan bizim adamımız olmasıdır.Komünist değil.’’sözlerinde bulunurak Türkiye’nin kazanılmasının kendilerini mutlu ettiğini belirtti.Aslında olaylar açık ve netti.Herşey bir tiyatrodan ibaretdir.Kazanan her zaman bellidir fakat oyunl-cular zaman zaman farklılık gösterebilir.


Darbeler her zaman olduğu gibi 1980 yılında da demokrasiye karşı atılmış derin bir darbeydi.Her ne kadar anarşizmi ortadan kaldırmaya ve ekonomiyi bir an önce düzeltmeye yönelik olsada 80 darbesi temel amacına ulaşmış mıydı ? Tartışılır.. Bazı siyasi emeller adına, insanların hiç düşünülmediği onların yok sayıldığı,yasakların geldiği, partilerin kapatıldığı demokrasinin sekteye uğradığı bu dönem Kenan Evren zamanında da aynı özellikleri taşıyordu.Tabii ki darbeye gelene kadar Sayın Bülent Ecevit ve Sayın Süleyman Demirel’ in anlaşmaz ve uzlaşmaz tavırları ile anarşizmi ve ekonomik krizi engellemeye yönelik hamlelerinin yetersiz kalması işleri buraya kadar getirdi.Fakat sebep ne olursa olsun demokrasi’nin vazgeçilmez olması gerektiği insanların hatırlarında uzun bir süre kalacak gibi…

 
 
 

Comentários


Mail listemize katılın

Tüm gelişmelerden haberdar olun

bottom of page